James Brown Jr., 3 Mayıs 1933’de Güney Carolina’nın Depression Bölgesi’ndeki Barnwell isimli küçük bir kasabada dünyaya geldi. Bir gecekonduda dünyaya gözlerini açan James Brown, tarlalarda pamuk toplayarak ve kasabada ayakkabı parlatarak ailesine destek oluyordu. 16 yaşında silahlı soyguna karışma suçu sebebiyle 18 yaşından küçüklerin gönderildiği Juvenile Detention Center adında bir ıslahevine gönderildi. Islahevinde hayatını değiştirecek insan olan Bobby Byrd ile tanıştı. Hapse girdikten tam üç yıl bir gün sonra Richmond Country’e dönmeme şartıyla tahliye oldu. Başlarda kick-boks ve beyzbolla uğraşan Brown yaşadığı bir sakatlık sebebiyle spor yaşamına son verdi.
1955’de Brown ve Byrd’ün kız kardeşi Sarah, The Gospel Starlighters adında bir grupta söylemeye başladılar. Sonunda Brown, Bryd’ün grubu The Avons’a katıldı ve Byrd, grubun tarzını R&B’ye yönlendirdi. Kendilerine The Famous Flames demeye başlayan grup, bir güney turnesine çıktı ve sonunda da King Records’la antlaşma imzaladılar.
James Brown with The Famous Flames’in ilk çıkardıkları parça 1956 yılında Please, Please, Please oldu. R&B listesinde 5 numaraya yükselen parça 1 milyon kopya sattı. James Brown bu başarısını her zaman kendini yenilemesine, bitmeyen azmine ve The Hardest Working Man in Show Business lakabını almasına sebep olan saatlerce süren kendine has dans şovlarına borçludur. Brown’ın R&B stili 60’ların başında sertleşmeye başladı, daha karmaşık Latin ve Jazz tınıları eklediği Good Good Lovin’, I’ll Go Crazy, Think ve Night Train gibi parçaları yarattı.
Siyahi seyirciler Brown’un etkileyici canlı performanslarından zaten haberdardı, fakat 1963’deki Live at the Apollo albümünün çıkışıyla gerçek bir fenomen olmaya başladı.Live at the Apollo, siyahilerin favori yerlerinden biri olan Harlem’deki Apollo Theatre’da gerçekleştirdiği canlı performanslarından birini kayıt alıp albüm haline getirmesiyle ortaya çıkmıştır. Brown’ın ateşli, kendiliğinden ortaya çıkan ve tam olarak kişiliğini yansıtan enerji dolu canlı şovları, bu sert R&B albümünü listede 2. sıraya kadar yükseltti. Kendine has dansıyla dünyada iz bırakmakla kalmayan Brown, aynı zamanda Mick Jagger ve Michael Jackson gibi ünlü sanatçılara da ilham kaynağı olmuştur.
1967 yılında I Don’t Care şarkısını bir kademe daha ileri seviyeye taşıyarak Cold Sweat’i yayınlayan James Brown funk türünün ilk örneğini vermiş oldu.
Şarkı hakkında “Bu şarkı daha yavaş ve blues tonlarında oldu. Cold Sweat’le funk türünün doğduğunu düşünüyorum,” diyen James Brown Funk’ın Mucidi unvanını almıştır. Grammy ödüllü İngiliz müzik eleştirmeni Cliff White ise funk hakkındaki görüşünü şöyle dile getirmekte: “Funk müzik diğer popüler müzik türlerinden boşanmak gibi. Bu tür, farklı bir akımı temsil ediyor.”
Funk müzikten biraz daha bahsedecek olursak öncelikle groove müziğin üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz. Funk müzik deyim yerindeyse tam bir heyecan kasırgasıdır: Bass slaplar’i, zilleri ve bateri atakları ile insanı kendinden geçiren bir tür olan funk 70’lerin sonuna doğru disko havasına girmeye başlamıştır. Başta James Brown olmak üzere yıllardır Afrika kökenli Amerikan müzisyenler tarafından icra edilmekte.
Siyahi kitlesini sağlamlaştıran Brown, Papa’s Got a Brand New Bagile beyazları da peşinden sürüklemeyi başardı. Bu başarısını I Feel Goodile zirveye taşıyan Brown, artık Elvis Presley ve Bob Dylangibi müziğin unutulmazları arasına adını yazdırmıştı.
Haliyle bu başarı beraberinde büyük bir serveti de getirdi. James Brown, radyo istasyonları, lokantaları hatta özel uçağı olmasıyla tam bir American Dream yaşamaktaydı. Servetiyle bir kenara çekilmeyen Brown yaptığı hayır işleriyle de önemli işlere imza attı. Afrika’da toprağı olmayan insanlara ettiği yardımlar buna güzel bir örnektir.
James Brown, katıldığı birçok etkinlikle de adından sıkça söz ettirmiştir. Vietnam Savaşı döneminde Amerikalı askerlere verdiği konser sebebiyle milliyetçiliği eleştirilmiştir. Tarihte en büyük hareketlerden birinin önderi olan Martin Luther King’in ölümünden sonra yaptığı şovu tüm Amerika’da canlı yayınlanmıştır. Şovunda barışa ve eşitliğe yönelik mesajlarıyla King’in ölümü nedeniyle kızgın olan kitleleri sakinleştirmiştir. Hatta bu davranışı sebebiyle dönemin başkanı Lydon Johnson’dan teşekkür bile almıştır.
James Brown’ın sadece müziğe el attığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. 1980’de çekilen kült filmlerden biri olan The Blues Brothers ile oyunculuk alanında da hünerlerini sergilemiştir.
1980’lere doğru rap müziğin patlamasıyla eski ışıltılı günlerini arayan Brown, rapçilerin onun müziğini kullanmasıyla her zamankinden de popüler bir hale geldi. Afrika Bambaataa ile Unity adlı ortak bir çalışma yaptı. Ardından gelen Living in America ile de 1986’da yeniden Top 10’a girmeyi başardı. James Brown, 1992 yılında Grammy Hayat Boyu Başarı Ödülü alarak kariyerini taçlandırdı. Ayrıca Soul müziğin babası 2006 yılında İstanbul Parkorman’da bir konser de vermiştir.
2004 yılında prostat kanseri teşhisi konan Brown kanseri yenmeyi başardı. Kötü talihin bir türlü yakasını bırakmadığı Brown’a 2006 yılında bir dişçi ziyareti sırasında zatürre teşhisi konulmuştur. 25 Aralık 2006 tarihinde akciğer iltihabı ve zatürre sebebiyle hayata gözlerini yuman James Brown arkasında bıraktığı müziği ve sahne şovlarıyla 20. yüzyılın her daim parlamış yıldızlarından bir tanesiydi.