Asu Uysal, Eftelya Koyuncu, Başak Çelik’in yazısıdır.
Medya sektörünün en eğlenceli kısımlarında görebileceğiniz, hem DJ hem davulcu, üstüne üstlük yayıncı ve yazar, işte karşınızda Kaan Sezyum! Kaan Sezyum’u birkaç çıt daha yakından tanıyabileceğiniz röportaj gibi bişi’ imizde oldukça eğlenmenizi hedefliyor, zevkli okumalar diliyoruz.
Medya, sanat, müzik gibi hem apayrı hem de birbirleriyle etkileşime açık alanlarda çalışmalara imza atıyorsunuz. Bu farklı alanlardaki işlerinizde her biri için farklı bir Sezyum mu karşımıza çıkıyor yoksa bir bütünü mü yansıtıyorsunuz?
Güzelmiş, bilmiyorum. Mesela ‘’Bugünde Bugün’’ diye bir podcast yapıyorum, haber programı gibi, onda böyle bir karakter var, kötü şakalar falan yapıyor sürekli programın sonunda; o bir karakter, ama zamanla oluştu. Ben ‘’Öyle bir adam yapayım’’ da, gerçi adam da değil neyse o, çünkü 1-2 bölüm böcek olduğu var, sinek olarak sunuyor böyle. Sinekken tabii ki sinek yaptığım için çok eğleniyorum, sinekli bölüm en az dinlenen ama benim en sevdiğim bölüm. Çeçe sineğiymiş, beni sokup öldürüyor, zaten oradaki sunucunun adı Venom Venomoğlu, onu bayıltmış kendisi program kaydediyor. Deniz’le beraber çektiğimiz ‘’Yatırım Tavsiyesi Değildir’’ diye bir program var, orada zaten her seferinde farklı bir insanım. Birisinde gelecekten gelmiş, öbüründe kripto para danışmanı, diğerinde risksever oluyorum… Yazı yazarken de, Uykusuz’da zorlanıyorum, BirGün’ü yazmak daha kolay. Şeyden de sıkıldım, olan olaylar zaten o kadar saçma ki onlardan komiklik yapmak istemiyorum, kötü bir South Park ya da Simpsons bölümü gibi yani çok karikatürize her şey, aşırı. Gördükçe kendimden geçiyorum yani, sinirlenemiyorum. Eskiden ‘’Şöyle kötü, böyle kötü.’’ diye yazıyorduk, şimdi ondan sıkıldım, daha farklı bir şey arıyorum; daha farklı bir yöntem belki, ironi gibi ‘’Çok keyif alıyorum Salda Gölü’nün batmasından’’ gibi bir mekanizma bulmaya çalışıyorum. Bir yandan da evet, hepsi bir parçası yaptığım şeylerin. Mesela radyo programında, ‘’Türlerin Kökeni’’, çok daha kibar, daha önce hiç yapmadığım bir şekilde kibar kibar anlatıyorum; o da çok komik geliyor bana çünkü kibar bir insan değilim, olmadığım halim olmaya çalışıyorum. O reklam ajansında çalıştığım zamanlarda, düzenli gittiğimde ajansta çok oluyordu. Herkes istediği gibi giyinebiliyor, ben de millet istediği gibi gittiği için takım elbiseyle gidiyordum, onu bozmak için; lisede de takım elbise giymemeye çalışıyorsun mesela, sırf kıllığına. Twitter’da da bir karakter var. Orada böyle çok öfkeli değil ama kıl olduğu birkaç kişi var, onlara karşı sürekli ileri geri konuşuyor. Öfkeli bir şey yazmam genelde de, çünkü kendi öfkenizi gösterdikçe sanki o nefreti büyütüyor gibi oluyorsunuz, o yangına biraz daha oksijen basıyor gibi oluyorsunuz. Ondan kimseyi blocklamıyorum mesela, her şeye bakmaya çalışıyorum, oradaki karakter daha farklı, evet. Başka ne var bakayım. Davul çalan… Davul çalan halimde de, en normali o herhalde, en gariban… En gariban o, çünkü orada da daha iyi bir davulcu olmaya çalışıyorum, olmaya çalıştığı için de en çabalayan o, her gün eve gidiyor çalışıyor falan. Öbürlerinin hepsi; yataktan kalkmıyor, gece geç yatıyor, o saçma sapan yemekleri yiyor. Hepsi bir Kaan ideasının, çerçevesinin altında buluşuyorlar, ama evet, farklı karakterler var. DJ Sarıyılan var mesela, onda da 1996’da Gizli Bahçe’de bir arkadaşımla beraber çalacaktık, sonra o gelmedi, DJ Sarıyılan ismi benim üzerime kaldı. Sarı bir yılan iki tane kafası var. Onda da eskiden çok daha garip şeyler çalıyordum, garip dediğim, plak kovalıyorduk; işte Ecevit’in Türkiye’ye indiğinde yaptığı konuşma, Vezüv sobalarının reklam plağı, Pereja’nın verdiği promosyon, Coca Cola’nın bilmem ne şarkısı vs… hatta neydi, açık kalp ameliyatı eğitim plağı falan bile çaldığım oldu, bir garip. Şimdi biraz daha farklı şeyler yapıyorum, aletleri de kullanmayı öğrendim zaman içinde. İnsanlara göre çalıyorum. ‘’bugün bunu çalacağım’’ diye hazırladığım bir durum yok, her şey olabiliyor yani. O karakter de çok daha özgür, eğlenceli geliyor bana. Daha karakter var mı başka? Şizofreni gibiymiş ya.
Çoğu kişide ‘’belli’’ bir şey olma kaygısı varken ve bu küçüklüğümüzdeki ‘’büyüyünce ne olacaksın?’’ sorusunda olmayan çoğul ekine bile yansımışken çocuk Kaan Sezyum, şu anki halini ön görüp çok yönlü olacağını tahmin edebiliyor muydu? Bu soruyla karşılaşınca cevabı ne olmuştu?
Benim bu soruya cevabım hala yok. Yani ‘’beş yıl sonra ne olmak istiyorsun?’’ de, hiçbir fikrim yok, o çok kötü. Küçükken sorulunca… öyle bir şey sorulduğunu hatırlamıyorum yani. Annemle babam çok iyi davrandı bana, çok destek oldular, ne yapsam ‘’tamam’’ dediler hiç ‘’hayır’’ demediler. Kız kardeşim de şimdi Amerika’da tiyatroda çalışıyor. O da burada görsel iletişim tasarımı okudu ama insanlara ben sahnede, dekorla ilgili bir şeyler yapmak istiyorum deyince annemler de ‘’Olur.’’ dedi. Şimdi işte yeğenim bana Eddie Vedder ile fotoğraf yolluyor. Yani annemle babam çok destek oldular.
Bu kadar çeşitli alana yönelmenizdeki etken neydi?
Meraklıydım ben zaten, hala da meraklıyım. Şimdi çocuklar için bir bilim kursu var Can Gürses yapacak, onda da workshop yapmak istiyorum. Ne merak ediyorlar sorsunlar, yazsınlar, onları okuyalım hep beraber, sonra hepsini cevaplandıralım istiyorum. İşte ‘’Atmosfer niye uçmaz?, Dalgalar nereye gidiyor?’’ öyle şeyler. Yani bana gelen çocuklu arkadaşlarım çocuklarını bana bırakıyorlar, 5-7 yaş arası çocuklara hizmet veriyorum; çünkü hem burası güzel hem de onlar baymış oluyorlar çocuktan. Ama işte arkadaş gibi ilişki kurarsan çocuğunla… Bilmiyorum, ben siz diyorum mesela hala. Annem çok komik zaten, olay annem, onunla yapmanız lazım aslında bu röportajı. Bayağı benziyorum ona, bazen evde eski eşim Deniz’le yemek yerken kendi kendime konuşuyorum, ‘’Tam annen gibi oldun.’’ diyor bana, Deniz de annesine benziyor. Annem çok alçılar, o konuda çok iyi ve hani ne olduğunu anlayamazsınız. Şöyle muhabbetleri var, ufo gördüğünden bahsediyor mesela, kaş’ta teyzemle ufo görmüşler, ama şeyi soruyor ondan sonra ‘’ acaba ufolar beni kaçırdı ve sen aslında benim hatıralarıma sahip bir uzaylı mısın?’’. Anneme bu muhabbeti uzaylılar yapmaz, onlar uğraşmaz sakin ol falan diyoruz sonra. Heybeli’de büyüdüm ben. Ada güzel. O zamanlar deniz güzeldi, müsilaj yok; yengeç, vatoz falan var. Şimdi balık tutmayı da bıraktım ben de.
Peki sizce playtuşu’nun bu yaptığı reklam tarzı türkiyede yapılan geleneksel reklamcılığın açıklığını kapatmak gibi görülebilir mi?
Öyle bir açık mı var, ben bilmiyorum.
Televizyonlarda ve geleneksel medyada çok var.
Ben televizyon izlemiyorum ki; Adblock var, reklam da görmüyorum. Siz de kurun bence. Siz bunlara kafanızı çok takmayın, onları reklam ajansları düşünsün. Siz tüketmenize bakın. Reklam eğiten bir şey değil ki zaten, bir şeyi tüketmene yardımcı olan, gösteren bir şey; tabela gibi.
İstanbul’un kültür hayatının eski ihtişamlı, üretken ve cesur zamanlarına dönmek istiyor musunuz? şu an sanat ve kültür alanında bir çıkmazda, kısır döngüde olduğumuzu düşünüyor musunuz?
Beyoğlu şimdi beton, eskiden insanlar biraz daha oraya gidiyordu. Midnight in Paris diye bir film vardı, onda zaten bundan bahsediyordu. ‘’60’lar çok iyiydi, yok 40’lar süperdi, asıl 1800leri görmeliydiniz.’’ filan diyor da işte noktasal Beyoğlu özelinde konuşacak olursak, Cuma günü oraya gittim ben. O taraflarda bir sürü mekan var; sinema var, Otto var, Babylon var. 90’lardan 2013’e kadar orası kopuyordu , bir sürü konser oluyordu, ortamına göre insanlar oluyor yani. Şimdi vasıfsız ortama vasıfsız insan geliyor. Amsterdam’a niye farklı turistler geliyor? Çünkü çok farklı deneyimler var. Burada fesli insanlar dondurma satıyor. Gelenek sepeti baya. Öyle bir şey verirsen ona göre bir turist kalabalığı geliyor. Beach clublardaki saçmalık gibi; aşırı müzik, çok pahalı; taş kafalılar geliyor. Onlar biraz vizyona bağlı. Beyoğlu şu an fıs, bakalım şimdi nereyi bitireceğiz. Toplumu eğitmek çok zor, daha büyük yönetimlerin toplumu eğitmesi lazım. Devlet kendini bile denetlemiyor, sürekli ayrıcalıklı zümreler yaratıyor.
Sinemalar hazır yeni açılmışken onu da konuşalım, sizce sinema salonları eskisi kadar canlı olabilecek mı?
Bilmem, o tüketim davranışıyla ilgili bir şey. Ben zaten sinemaya gitmiyorum. Mecralar değişti ama, sinemaların yeni bir şey bulması gerekecek. Ben mono duyduğum için beni çok etkilemiyor zaten. Bir de çişim gelmeden 50 dk durmak beni çok strese sokuyor:D Bilmiyorum o deneme başka bir şey olur mu, bazı şeyleri sinemaya göre yapmaları gerekir ama o zaman da satışlar nasıl olur bilemeyiz.
Dünya tarihindeki tüm sanatçılardan seçerek kendinize davulcusu olduğunuz bir grup oluşturacaksınız. Kimlerle çalışmak isterdiniz?
Ben kendi çaldığım ekibi istiyorum. Onun dışında Jim Morrison ile rakı balık yapmak isterim, kafası temizken. Hendrix ile de deneyim bambaşka olurdu. Led Zeppelin ile konser sonrası çok eğlenceli olurdu. Onlar biraz aşırı rockstar, ama Led Zeppelin’i canlı seyretmek isterdim. KöK ile olmak isterdim ama. yeni parça marça bir şeyler var.
Bekliyoruz o zaman 😀
Önümüzdeki günlerde heyecanla beklediğiniz planlarınız, organizasyonlarınız neler?
İkinci Festival Gibi Bişi var, 16’sında Gülinler’le IF Beşiktaş’ta, 19’unda da Gazhane’de komiklik yapacağım, 28’inde Zorlu’da çalıyorum, 29’unda Nekropsi konseri var.
En sevdiğiniz element nedir? (Sezyum (Cs) deyip demeyeceğini merak ettik.)
Altın iyi, reaksiyona girmemesinden dolayı iyi. Sodyum da tam tersi baya kopuyor, stabil değil yani. Radyoaktif tayfa iyi. En son bulunan elementler de sevimli, daha yeni geldik abi biz gibi. Hidrojen çok trip bi de. Karbona da şimdi şey yapalım bunlar kritik. Karbon iyi.
Son olarak, elinizde bir megafon olsa ve tüm dünyaya bir şey söyleyebilecek olsanız bu ne olurdu?
Çok komikmiş. Şarkı filan söylenebilir. Otostopçunun galaksi rehberindeki gibi aslında. Kayahan falan mı söylesem? Beatles falan dinletilebilir herkese, All You Need Is Love dinletebiliriz. Şimdi megafonla müzik açınca kesin ona da tapanlar çıkar; en iyi din. Müziğe tapmak çok daha olumlu.