Anes Nil Özeren ve Duygu Yatık’ın yazısıdır.
Haute couture’ ün kalbi olan Paris, Haziran sonunda üçüncü Vogue World moda etkinliğine şahit oldu. Catherine Deneuve’nin filmlerinin ilham kaynağı ve uluslararası kuyumculuk merkezi olmasıyla bilinen Place Vendome’da gerçekleşti. Biz gösteriyi izlemekten çok keyif aldık. Umarım siz de okurken aynı keyfi alırsınız!
Vogue’un Genel Yayın Yönetmeni Anna Wintour “Vogue World: New York bir sokak panayırıysa ve Vogue World: Londra, tiyatroda görkemli bir geceyse Paris’teki etkinliğin moda ve sporun 100 yılını ve ayrıca bu olağanüstü şehri kutlayacak bir açılış töreni gibi olacağını söyleyebilirim” demişti, biz de gerçekten olağanüstü bir açılış olduğunu düşünüyoruz..
Fransız moda tarihinden ve 2024 Olimpiyatları’ndan esinlenilerek moda ve sporu harmanlayan Vogue, göz alıcı bir gösteri ortaya çıkardı. 1920’lere uzanan yüzyıllık Fransız modasında; Chanel bisiklet sporuyla, Givenchy jimnastikle ve Hermés binicilikle buluştu.
Etkileyici davetli listesi, olimpiyat sporcularından sanatçılara kadar uzanıyordu. Sunuculuğunu Cara Delevingne’in yaptığı tören modaya uygun hale getirilmiş spor yayıncılığı tadındaydı.
Jean-Paul Gaultier’nin giydirdiği şarkıcı ve söz yazarı Aya Nakamura’nın performansı için podyuma çıkmasıyla da gösteri başlıyor.
İlk olarak Vogue bizi “Roaring Twenties” diyerek Chanel’in 1924 senesindeki koleksiyonu ile selamlıyor. Bir yandan Aya Nakamura’nın performansı, bir yandan da bisiklet sporunun dansa uyarlanmış hali yürüyüşün ritmini yakalıyor.
Defilede 1920’ler modası; kısa saçlar, diz altı etekler; saten ve kadife kumaşlar; drapeler, püsküller… 1920’ler modasının en göze çarpan tüm detaylarını Chanel, klasik ve zarif duruşuyla mükemmel bir şekilde taşımayı başarmış.
1920’ler bitip 1930’lar gelmeden, Maluma’nın seyircilerin arasından kalkıp yürümesi ve Fransız garsonlarının yarışması La Course des Cafés’ye ithaf etmesi bizi adeta büyüledi.
30’lar ve bu döneme özellikle damga vuran couturiers couturier balenciaga..
Defilenin arka planında track and field (atletizm) sporu show’a eşlik ediyor. 30’lara damgasını vuran uzun ihtişamlı elbiseler, dalgalı saçlar , siyaha boyanmış dudaklar ve lüks kumaşlar Balenciaga yorumuyla eşsiz bir görsel şölene dönüşerek bizleri büyülüyor.
1946 yılında ilk bikininin üretilmesi gerçeği, gösterimizde 40’lı yılları su sporları temasına taşıyor. Plaj esintilerinin, mavi renginin ve uzun şeritlerin sıkça kullanıldığı ve yine bu yıllardaki sezonunda bu temalara yer veren Jacquemus ise tasarımlarıyla bambaşka bir atmosfer yaratıyor. Ayrıca, Sabrina Carpenter’ın canlı ve enerjik performansı da bu modayı yakalamaya fazlasıyla yetiyor.
Savaş sonrası etkilerin modaya da yansımasıyla birlikte 1950’lerde kadınlar iki parça takım şeklinde giyinmeye başladı. Dior’un ikonik Bar ceketlerinin öne çıkmasıyla blazer-etek takımları çok revaçtaydı.
Kalite, zamansızlık ve asalet denilince akla ilk gelen: Hermés. İlk üretime başladığında sadece atlara koşum takımı üretirken günümüzde moda dünyasının en lüks markalarından biri olarak bilinmekte. Dolayısıyla sporumuz ise tabii ki binicilik! Bu yürüyüşün açılışını Gigi Hadid ve Kendall Jenner’ın at üstünde yapması son derece etkileyiciydi. Tabii ki atlar Django ve Nepo da, tıpkı modeller gibi tepeden tırnağa Hermés giyiyor.
En Garde! 1960’lı yıllarda sporumuz eskrim. Burada bizi Poco Rabanne’ın metalden plastiğe kadar kullandığı materyallerden oluşturduğu 1966 koleksiyonu karşılıyor. 60’lı yıllardaki dünyada yükselen yenilikçi hareket, her sektörü olduğu gibi modayı da etkiledi. Rabanne gibi tasarımcıları teknoloji, pop art, marjinallik vb. temalara iterek özellikle kadın modasına farklı bir boyut kazandırdı. Peki ya Teyana Taylor’ın dansı? Baştan aşağı vintage Poco Rabbane giyen Teyana göz kamaştırıcı dansıyla 60’ları bitirdi.
70’lerin cıvıl cıvıl renkleri ve jimnastiğin enerjisi. Vogue, canlı ve tek renk modanın öne çıktığı 70’leri Grand Palais’ye taşırken jimnastiğin hareketliliğinden çok etkileyici bir şekilde faydalanıyor. Aynı zamanda, ilk kez bu yıllarda podyuma siyahi mankenlerin çıkması ise moda dünyası için devrimci bir hareket.
1980’li yıllarda ise dövüş sporlarına odaklanıyoruz. Bütün gözler Yves Saint Laurent’in yarattığı şık, sofistike ve kadınsı tarzın üzerinde. Katy Perry ve dansçıların show’uyla birlikte bu şıklık iyice ön plana çıkıyor.
90’lara geldiğimizde kıyafetlerde sportif giyim ve pop kültürü etkileri futbol ile ön planda oluyor. Açılış Alaïa ile yapılıyo ama aynı 70’lerde olduğu gibi burada da Vogue spesifik bir markaya yönelmeyi tercih etmiyor. Bad Bunny’nin canlı performansı eşliğinde, aynı zamanda etkinliğin sunucusu Cara Delevingne de burada podyuma çıkıyor.
2000’lerde konumuz tenis olunca tabii ki Serena Williams da Off-White ile defileye dahil oluyor. Dönemin renkli ve yenilikçi moda anlayışı da dans gösterisiyle uyum içerisinde görsel bir şölen yaratıyor.
2010’lu yıllara ise breakdancing atfediliyor ve oldukça profesyonel bir dans gösterisinden sonra modellerin, dansçıların ve sanatçıların sahneden son pozlarını vermesiyle Vogue World 2024: Paris son buluyor.
Defile birçok çarpıcı moda anına sahne olmuş olsa da misafirlerin kırmızı halı görünümlerini göz ardı etmek, onlara haksızlık olur.
Emma Chamberlain’in Rick Owens imzalı minik sütyen üstü, Cara Delevingne’in Madonna’nın Blond Ambition turunda giydiği Simone Rocha imzalı Jean-Paul Gaultier korsesi çok ses getirdi. Roxie Nafousi’nin şapkası tam bir “statement piece” idi.
Bizim kişisel favorilerimiz Diane Kruger’ın dantel görünümü ve Anitta’nın mini Balmain elbisesi oldu.
Vogue World 2024: Paris, spor ve modayı beraber yorumlamada bizce iyi bir iş çıkardı. Bakalım seneye bizi neler bekliyor. Vogue World 2025’te görüşmek üzere!