Röportaj: Büyük Ev Ablukada

Büyük Ev Ablukada’dan Canavar Banavar (Bartu Küçükçağlayan) ve Galvaniz Gelbiraz (Gülinler), provaları öncesinde sorularımızı yanıtladılar. Dinleyenlerin senelerdir beklediği, bekle bekle nereye kadar dediği “Defansif Dizayn” hakkında konuştuğumuz, bazen de heyecandan konuşamadığımız röportajımız sizlerle. Keyifli okumalar!

Öncelikle nasılsınız?

Bartu Küçükçağlayan: İyiyiz. Çok iyiyiz, çok yoğunuz. Çalışıyoruz bayağı. Burada prova yapıyoruz. Yan tarafta konserimiz olacak, DasDas’ta. 15 – 16’da konserimiz var ona hazırlanıyoruz ayı gibi ama iyiyiz. Yorgunum ama fena değil. Güzel, güzel bir yorgunluk.

Peki ya bu albüm süreci nasıl geçti? Çünkü biz sonucundan çok heyecanlı ve çok mutlu bir şekilde, yolda arabalarda sadece albümü dinleyerek geldik. Öyle bir heyecan.

Bartu: Çok tatlısınız. Ya albüm süreci nasıl geçti? Süreci bilmiyorum da. Yani bayağı uzun sürdü. Albüm… Bir albüm yapmak tam olarak nerede başlıyor, onu da bilmiyorum. Evde bir şarkıyı yapmakla mı başlıyor? Stüdyoya girmekle mi başlıyor? Yoksa albümü kaydettiğinde mi başlıyor? Ona da çok emin değilim, bu aralar kafam çok karışık o konuyla ilgili. Ama aslında şimdi “Defansif Dizayn” bitti ya “Benim için öteki albüm hemen kafamda başladı mı ya?” diye düşünüyorum. Hiç öyle bir şey yok. O yüzden albüm süreci nasıldı sorusuna değişik bir cevap vermek için lafı birazcık uzattım. Zor bir süreç. Aranızda müzikle ilgilenen var mı bilmiyorum. Önce bir şarkıyla başladı aslında her şey. “Yangın Akvaryum”… ya da “Yangın Akvaryum” değil, “FeeL” ile başladı. “FeeL”in bir tane taslağını yapmıştık biz. Sonra o bizi bir gaza getirip “Evet ya albüm yapabiliriz” gibi bir heyecan doğurmuştu. Bu bahsettiğim 2018’de falan. Düşün, o kadar çok vakit aldı. “FeeL”in o versiyonunu yaptık. Sonra bir şeyler daha yaptık. Sonra işte pandemi oldu, falan oldu, filan oldu. Kaydettik, olmadı. En sonunda da artık dinleyicilerimiz boğazımıza çöküp üstümüze basacağı için zorla albüm çıkarmak zorunda kaldık. Süreç böyle gelişti biraz yani benim için.

Bir önceki röportajlarınızda albümden bahsederken perişanlık ifadelerini kullanmışsınız.

Bartu: Evet, evet. Şu an da değişik bir şeyler olsun diye başka şeyler anlatıyorum. Bu aralar o kadar çok röportaj veriyorum ki hepsinde artık aynı şeyi söylemeyeyim diye zihnimin dehlizlerinden başka şeyler bulmaya çalışıyorum.

Biz de tabii şeye emin olamıyoruz. Çok okuduğumuzu belli etmeli miyiz? Etmemeli miyiz?

Bartu: Edebilirsiniz, edebilirsiniz. Perişan olduk işte ya. Evet, perişan olduk. Yani grup olarak da zor dönemler geçirdik. Kavgalar ettik, ayrı düştük, birleştik, kavuştuk. Farklı formüller. Aslında perişanlık şöyle zaten: Bir şey yaratacaksanız tamam mı? Ya film olur bu, ya şiir olur, ya oyun olur, bir şey olur. Bir şey yaratacaksanız önce sorunlar yaratmanız gerekiyor. Bir ton sorun yaratmanız gerekiyor. Hatta güzel bir sorun bulmanız gerekiyor. Sonra o sorunu çözebildiğiniz kadar keyifle çözmeniz gerekiyor. Böyle oldu bizde de. Yani büyük bir sorun yarattık, onu çözebildiğimiz kadar çözdük ve buraya geldik.

Az önce sormasak mı dedik ama soralım istiyoruz. Albümün kapağına nasıl karar verildi?

Bartu: Kapağın bu kapak olmasına çok kolay karar verdik. Ama buraya gelene kadar birçok tasarımcıyla tanıştık. Bazılarını öldürmek zorunda kaldık(!) Bazılarına çok para verdik ve onları kullanmadık. İki üç tanesi öyle oldu hatta. (Çok para verdik ne biçim bir laf oldu ya. Yani istediklerini verdik ve olmadı.) Çok ‘anlamlı anlamlı’ şeylerdi. Çünkü ismin bir anlamı var, siz de artık biliyorsunuzdur, ve o anlamı bir daha anlatmak istemeye çalışan tasarımcı arkadaşlar oldu. Biz de ne istediğimizi tam bilmiyorduk. Ama en son Özer, bizim Full Faça’da da çalıştığımız bir arkadaşımız, kapağa biraz bakınca size de hayal ettiren bir şey çıkardı ortaya, gerçi plak basıldığında daha iyi anlayacağız. Şimdi Spotify’dan küçük bir kareye bakıyoruz sadece. Plak olarak elimize alınca daha etkileyici gözüküyor. Oradaki kaya, ya da taş ne derseniz, beni başka yerlere, bir ton şeylere, anlamlara götürdü ve hepimizde farklı şeyler uyandırdı. Herhalde dinleyiciler de böyle düşünür diye böyle sade bir şeyi seçtik.

Peki bu süreçte sizi en çok zorlayan ya da “en perişan şarkımız” dediğiniz spesifik bir tanesi var mı?

Bartu: Bu soruyu geçenlerde gene sordular. Sonra ben kendimi şey yaparken buldum. “Ya şu zorlamıştı, ya bu da zorlamıştı, ya aslında şey de var.” Sonra baktım hepsini sayıyorum. Ama grup olarak en çok uğraştığımız “Beklediğim Gibiyim”. Hatta kayıtlara başlayacağız artık, haftaya başlayacağız hatta, ve şarkının yedinci, sekizinci versiyonunu yaptık. O kadar çok versiyonu vardı şarkının. Sürekli yapıyoruz, beğenmiyoruz, şarkıyla kavga ediyoruz, şarkı bizi dövüyor. Aslında daha klasik, birazcık daha pop şarkısı gibiydi. Ben ondan hoşlanmıyordum. Hatta ben Londra’dayken gruptan ayrı çalışıyordum, grup burada benden ayrı çalışıyordu. Onlar bir versiyon yapıp kaydetmişlerdi. Çok sevmişlerdi o versiyonu, sonra ben sevmedim. Öyle olmasını istemedim. Onlar da biraz bozuldular. Hatta Can Güngör ile gece dört buçukta Facetime yapıp iki buçuk saat bunu konuşmuştuk. “A neden beğenmedin?” gibi. “Beklediğim Gibiyim” yani sorunun cevabı. Grup olarak çok uğraştık. En sonunda Aslan bir bass riffi buldu. Onun üstünden şarkının da formunu değiştirdik birazcık. Bozduk yani, sorunu çözmeye çalıştık. Bir ara albümden çıkarmaya kadar gitmişti hatta mevzu. Güzel oldu, şimdi kendisini seviyorum.

Ekibinize iki kişi dahil oldu diye biliyoruz. Gam Cincır ve Lav Baybeni’nin ekibe dahil oluş süreci nasıldı? Kolay adapte oldunuz mu birbirinize?

Bartu: Evet, evet. Çok kolay adapte olduk. Yani zaten Can bizim prodüktörümüzdü. O gruba zorla dahil oldu diyebilirim. Biz Süheyl’le çalışıyorduk. İkisinin de dahil olması çok güzel oldu bizim için. Aslında Zeynep back vokal düzenlemelerini yapıyordu. Orada çalışırken çok eğlendik. Çok iyi geldi bize Zeynep. Kendisi üstün zekalı bir varlık olduğu için, hep ona öykünerek ya da hayranlıkla onu takip ediyorduk zaten. Beraber çalışınca da iyice birbirimize iyi geldik. Sonra, o aslında şu anda Hollanda’da okuyor ve master yapıyor, biz onu albüm için zorla oradan kaçırdık. Sonra albümde sadece vokallere yardım etmeyi bıraktırıp bir anda zorla onu klavyelerin başına oturtup zorla çaldırdık. Üç ay boyunca bizle beraber takıldı ve sonunda artık “Konserde de çal” dedik. Sonra artık dedik ki “Sen Büyük Ev Ablukada’dasın”. Zorla yani birazcık. Zeynep’i zorla gruba aldık. Can da zorla gruba girdi. Böyle oldu.

Albüm sürecinde en keyif aldığınız anınız neydi?

Bartu: En keyif aldığımız anımız bence… “P2” diye bizim aşağı katta bir tabldot yemek yediğimiz bir yer var. Saat altı buçukta orada son yemek çıkıyor. Biz genelde on iki gibi geliyorduk ve orada yemek yiyip muhabbet etmek en keyif aldığımız şey oluyordu albüm sürecinde. Onun dışında pek keyifli bir şeyini hatırlayamıyorum, yani pek yok.

Sahneye çıkmadan önce yaptığınız bir totem ya da ritüel var mı grupça?

Bartu: Var. Biz aslında eskiden, sahneye çıkmadan önce yapmayız da konser bittikten sonra, sahnenin ortasına gelip sarılırız birbirimize hep. Orada bir şeyler konuşuruz. Şimdi konsere çıkmadan önce yine birbirimize sarılıyoruz ama bu sefer hiçbir şey konuşmadan, sessiz, bir on saniye sarılıp sessizce duruyoruz. İnsanlar birbirlerine akortlanırlarmış on saniye sessizce durup sarılırlarsa. Deneyelim mi şu anda?

“Bant Mag.” röportajınızda albümdeki en yeni şarkının bile iki sene önceye ait olduğunu söylemiştiniz. Şu an bu albümü dinlediğinizde yazdığınızdan, o ilk andan farklı mı hissediyorsunuz? Yoksa aynı hisleri mi taşıyorsunuz?

Bartu: Yazdığımdan farklı hissediyorum. Geçen gün “Fırtınayt”tan bir şarkıyı sahnede söylerken böyle şey oldum a has*ktir ya falan oldum. Kendimle ilgili bir şeyi yeni fark ettim “Fırtınayt”ta bir şarkıda ve aşırı şaşırdım. Yani çok şaşırdım, şok oldum. Galvan’ı aradım anlattım, o da şaşırdı bayağı. Bir şey yazmak zaten tam bilinçli bir şey olmuyor. Yani bilinç altınızın ve bilinç dışınızın, ikisinin, sizle beraber, sizden ayrı kararlar alıp içinizden ya da dışınızdan bir yerlerden çıkıp, birleşip önünüzde bir kağıttan size baktığı bir şeylere dönüşüyor. (Bu cümleyi transkript eden arkadaşa başarılar diliyorum.) O yüzden hiçbir şey yazdığım gibi olmuyor, aynı olmuyor. Dinleyiciler için de anlamlar bence değişiyordur ama en büyük sürpriz bana oluyor her zaman. Şarkılarda bazen kendime notlar buluyorum, bayağı eğlenceli oluyor bu kısmı.

Aslında müziğin dışında konserlerle de hem bir trendsetter durumundasınız. Konserleriniz sonrasında değerlendirdiğiniz ya da planladığınız bir konser ortamı mı var? Yoksa gerçekten daha doğaçlama mı ilerliyor?

Yok, hiçbir şey doğaçlama ilerlemiyor ya hepsi planlanıyor. Şu an bakarsınız içeri camdan, orada bayağı kocaman bir dekorun taslağı var. Onun içinde on tane dansçı arkadaşımız dans ediyor. Bunun hayali çok önceden kuruldu hatta neredeyse albüm kaydından bile önceden konserin nasıl olabileceği konuşuluyor bizde. Çünkü bir sahne şovu departmanı da var. O departman kendi içinde çalışmalara başlıyor neredeyse albümden önce. “Fırtınayt”ta da aslında albümle beraber gelişen ve sonra da “Mutsuz Parti”ye evrilen bir tane şovumuz olmuştu. “Defansif Dizayn” da şimdi başlıyor ve o da evrilerek eminim şimdi planladığımızdan daha büyük bir şeye dönüşecektir.

“Karargah”; soundlarıyla kendi albümü içinde de, diğer şarkılarınız içinde de farkını belli eden bir şarkı bence. Tophane Noise Band’le yollarınız nasıl kesişti, nasıl bir süreç ilerledi?

Bartu: Zaten Büyük Ev’in ilk, neredeyse oluştuktan sonra ilk, evin dışında toplandığı yer Çıplak Ayaklar Stüdyosu’dur, Tophane’de. Çıplak Ayaklar Stüdyosu’nda biz ilk konserimizi de 2010 yılında vermiştik. Tophane Noise Band de Çıplak Ayaklar’da büyüyüp gelişen bir oluşum bildiğim kadarıyla. Mihran Tomasyan, Berke Özcan, Selim ve herkesin adını, sözünü bilmediğim o insanlar… Onları zaten Çıplak Ayaklar’dan takip ediyorduk, biliyorduk. Yani arkadaşlarımız sonuçta. Ama bu şarkının içinde olması fikri birazcık Cembir’in, Afordisman’ın, hayaliydi. O, şarkıyla ilgili taslaklar yapıyordu. Bir tane taslak yaptı, Anadolu Rock gibi oldu. Bir tane taslak yaptı b*k gibi oldu. Bir tane daha bir şeyler yaptı, sonradan dedi ki “Ben bunu Tophane Noise Band’le yapayım.”. Sonra gitti, çalıştı bayağı, sample’lar kesti onlarla, onları da çalıştırttı. Çünkü bayağı zor onların yaptığı müzik de. Yani kutulara vuruyorlar, teller var, pinpon topları, bir şeyler… Yani benim anlatamayacağım, anlatınca biraz ucuz duran şeyler. Enstrümanları var, atıklardan enstrüman yapıyorlar. Onlarla beraber Çıplak Ayaklar’da kaydettik, albümün son şarkısıydı. Çıplak Ayaklar’da kaydetmemizin de güzel bir anısı oldu bence, Çıplak Ayaklar’da kaydedilmiş bir şey sonucunda albümümüze girdi.

Şeyden bahsetmiştiniz işte konserler ya gittikçe değişiyor kendi içinde. Mesela Lilililer konserden konsere…

Gülinler: Merhabalar, merhabalar. Aynen devam edin.

Bartu: Naber ya? Gülin’in seks hayatıyla ilgili şunları söyleyeceğim.

Gülinler: Evlenenler beni çok kıskanıyor grupta, yarısı evli. Hoş geldiniz bu arada.

Ben de tam şeyi soruyordum, Lilililer konserden konsere doğaçlamanın da değiştiği, seyirciden gelen tepkiye göre de hani harmanlanan bir şarkı gibi hissettiriyor bana. Bu albümde de, bu potansiyeli gördüğünüz ya da böyle bir şey planladığınız bir parça var mı?

Bartu: Yok, bu şarkıları neredeyse söz vermişiz gibi çalıyoruz. Albüme söz vermişiz gibi.

Gülinler: Öyle bir şey yok ama geçenlerde şey düşündük bir tane yeni bir Lilili’miz olsa nasıl olur acaba diye çünkü dediğin gibi oluyor işte. Son konserde mesela ilk söylediğimiz anlaşabilirsek ne güzel olur koca memelilerle atıyorum. Orada birden bire bir meme konusu açılıyor ve birden bire Canavar on dakika memeler üzerine bir şeyler anlatıyor.

Peki @defne.kalbim96, bu bir nick mi gerçekten? Yani ekipten birinin eski bir nick’i miydi, belki çocukluktan gelen. Onun hikayesi nedir?

Bartu: Şarkının bir tane çalıştığımız, bir kod adı vardı. Aslandisko’ydu şarkının adı. Aslan’ın bestesi ve disko olduğu için basit bir kod adı vardı. Sonra o kod adına da çok alıştık biz, hatta “Şarkının adı da Aslandisko olsun ya” diyordu insanlar. Benim de sürekli aklımda bir Instagram nick’i gibi olmasını hayal ettiğim bir şey vardı, hatta onun hesabını açalım ve onun hesabı da olsun gibi bir fikir bulmuştum. Sonra onu gerçekleştirmeye karar verdik. Defne de bizim ekipten bir arkadaşımızın adı aslında ve kayıt boyunca bizle beraberdi. O yüzden Defne’nin adını koymak istedik, kalbimi de ben ekledim sonra. Sonra aslında @defnekalbim97’ydi, sonra 96. Hatta 97 hesabını aldırdım ben bir arkadaşlara sonra 96 daha hoşuma gitti söylenmesi. “96 mı olsun 97 mi?” derken Def’e sordum sen kaç doğumlusun diye. 96 dedi. Ama Def değil Instagram hesabını yöneten arkadaş, biz de değiliz.

Gülinler: Def’i referans alan bir sanatçı diyelim, bir insan. Şarkıdaki Def. Dansçılarımızdan biri “Şu an ben o şarkıdaki kişiyim” dedi dün. “Bak tırnaklarımda silik bozuk oje var. Bir buçuk aydır evim yok” Böyle anlattı yani. “Ben oyum şu anda.” diye.

Bartu: Bana öyle mesajlar geliyor sürekli “Evsizim şarkı beni anlatıyor” diye. O şarkı da eski bayağı aslında, pandemiden önce yapıldı. Yani dört ay, dört sene dört aydır evi yok Def’in.

Birçok kişi aslında sizden duymak, sizinle iletişime geçmek, “Büyük Ev Ablukada ne yapıyor, ne ediyor”u görmeyi sürekli sabırsızlıkla bekliyor ve FeeL’i de biz aslında ilk TikTok’tan duyduk. TikTok ileride aktif kullanmaya devam edeceğiniz bir mecra mı yoksa böyle olması gerekiyor gibi miydi?

Bartu: Yok ya, hatta onu oraya koydum ve bir daha açıp “Ne oldu ya” diye bakmadım.

Gülinler: Ya aslında var olan sistem ve algoritmada evet, orayı beslememiz lazım gibi görünüyor. Bir çıt old school’uz onu anlamışsınızdır. Bunlar bizim üçüncü röportajımız falan herhalde.

Bartu: Bu ara ben herkese “Çok seve seve yaparım.” diyip yapıyorum.

Gülinler: Yani hiç vermedik, müziği anlatmayla ilgili bir sıkıntı oluyor. Yani müzik konuşmak, müziği anlatmaya geçme kısmı… Orası saçmalaşıyor bence. Bu şarkıyı şu anlamda şu anıyla yaptık falan. O, şarkının herkeste anlamını da bozan bir şey. Galiba onları konuşmak kadar becerikli de değiliz grupça. Yapım süreci, yapacağımız şov gibi şeylerden bahsetmek okay ama bu şarkıyı nerede, ne için yazdınız… Oralarda konuşmak bana biraz şey geliyor.

Bartu: Ben yeni ne varsa bir ona bakmaya çalışıyorum aslında ama o şarkının tanıtılması için oraya yükleme fikrine tam alışamadım ve onunla da uğraşamayacağım galiba.

Biz de kendi içimizde konuşuyorduk, az önce sizin de bahsettiğiniz, üzerine konuşmanın zorluğunu. Bazen ikiye ayrılıyor dinleyenler: Söz odaklı dinleyenler, melodi odaklı dinleyenler. Dinleyenlere bir tavsiyeniz olur mu? Ya da sizin kendinizde gördüğünüz farklılıklar bu albümde hangi yönden? Lirikalite mi yoksa sound mı?

Gülinler: Öncelikle ben istedikleri gibi dinlemelerini isterim ama yaptığımız sıralamayı çok seviyorum bir yandan. Pazartesiyle başlaması… Bir kere de olsa öyle dinlesinler derim. Başka türlü dinlemek isteyen dinleyebilir tabii ki. Söz odaklı, ses odaklı kısmına herhalde bir şey diyemem.

Bartu: Ya ben her şeyi sözleri açıp okuyarak bir dinlemeyi severim. Yani ilk başta “Ne diyor bu, ne yapıyor?” diye sözleri okuyarak dinlerim ben. Hep öyle dinlemem de, bir bakarım yani sevdiğim bir şeyse.

Çünkü galiba sözlerin üstüne bazı şarkılarda bestelerin yazıldığı, yani söz aşamasının ayrı bir ekibinin olduğundan bahsetmiştiniz bir röportajınızda.

Gülinler: Edebiyat departmanı.

Öyleymiş, evet. Bunu bilmiyormuş gibi yapacaktım. “FeeL” için buraya gelemeyen bir arkadaşımız “Şarkı neden bu kadar gergin diye sorar mısınız?” dedi. Biz de içimizde konuşuyoruz “Gergin bir şarkı mı bu gerçekten? Nasıl yani? Sanki en chill parça da o.” gibi ve ikiye bölündük. Yani acaba odadaki filden dolayı mı gergin demek istiyor? Çünkü arkadaşımıza da ulaşamadım, “Neden gergin sence?” diyemedik. Yani öyle. Arkadaşımızın böyle bir sorusu olmuştu. O yüzden biz de üstüne çok düşünerek yolda öyle geldik.

Bartu: Yani şarkının ruhunun bir şey olması, ”gergin” ya da “bir şey” olarak bir şeyler hissettirmesi bayağı hoşuma gitti benim şu anda. Şarkının her anı başka bir şeyler hissettiriyor bana dinlerken, yazmamış gibi davranırsam… Ne diyeyim yani daldım şu an.

Gülinler: Şarkıya mı daldın?

Bartu: Şarkıya daldım.

Gülinler: Mesela, “FeeL”in sözlerini ben yazmadığım için dışarıdan bakabiliyorum, bende gergin bir his yaratmıyor. Bana da “Pazartesi” gibi ama ondan bir çıt daha derin bir his veriyor sözleriyle beraber ama gergin gelmiyor bana.

Bartu: Gergin diyebilirim ben ya.

Gülinler: Demek ki doğru anlamış seyircimiz. Dinleyicimize on puan gönderiyoruz.

O şekilde, aslında bizim elimizdeki sorular bu kadardı. Arkadaşlarımızdan devam etmek isteyen varsa…

Bartu: Bu gergin bir sessizliğine neden olur. Daha önceki sorulardan Galvan’a sormak istedikleriniz varsa belki, “Defansif Dizayn” ne demek Galvan?

Gülinler: Defansif dizayn işe yaramayan, hayatı zorlayan dizaynlar galiba.

Bartu: Değil ama olsun.

Gülinler: Yani örnekleri vermişsindir sen.

Bartu: Ben artık yalan söyleyeceğim, ona karar verdim röportajlarda. Bizim apartmanın adıydı falan. Bizim aşağıda bir dükkan vardı “Defansif Dizayn” diye yalan söyleyeceğim bundan sonrakilerde.

Apartman demişken “Karargah”ın sürecinin nasıl olduğundan, yolları nasıl kesiştiğinden konuştuk biraz. Sizden de dinlemeyi çok isteriz.

Gülinler: Bir tane Tophane Noise Band’imiz var. Onlar enstrümanı olmayan bir takım malzemelerden enstrümanlar yaptılar. İşte ne bileyim; dikiş makinesi, boru, yağ tenekesi, su içinde boru… Görürsünüz, aşağıda da var, gösteride de olacaklar. Ondan bir beat yapmaya çalıştık ama canlı beat. Yaptıklarında zaten inanılmaz sesler çıkarılıyor. Yani çılgınlık orası, o dünya. Apartman’ı ben daha evvelden, pandemi öncesinde taşındığım bir evde yapmıştım. Kendi kendime davul yazmıştım. Onun yerine bunu koyup üstüne başka elementler eklenince çok daha genişledi. Bazen bana apartman boşluğu çağrıştırıyor gibi. Ama değişik bir çalışması oldu, şarkıda altı tane Tophane Noise Band elemanı var. Yedi tane Büyük Ev elemanı var. En kalabalık çaldığımız, 512 kanal kaydedilmiş bir şarkı ama istediğimiz bir yere geldi.

Gerçekten o fark hissediliyor albümün içinde. Bir anda o tekrar etkisi altına alıyor, etki altındayken bir daha ayrı bir yere götürüyor. Sonrasında tekrar getiriyor.

Gülinler: Çünkü işte dikiş makineleri, borular, tenekeler dünyası giriyor ve çıkıyor gibi bir etki yaratıyor.

Bartu: “Kopuk Uçurtma” ile “Karargah”ı birbirine bağlamaya ne zaman karar verdiniz hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum.

Gülinler: Sonlarda karar verdik. Mix’e başladık ve karar verdik gibi. Baştan beri öyle bir fikrimiz yoktu.

Bartu: Sence ikisi duygu olarak bir bütünlük sağlıyor mu?

Gülinler: Bütünlük sağlıyor gibi değil de iyi bir karmaşa yaratıyor gibi. Bir yandan bir uçurtma var. Ben aralarındaki tezatlığı seviyorum. Çok uyumlu gibi bulmuyorum ama bağlanıyorlar. Evet, hoşuma gidiyor.

Bartu: İki kişinin derdinin birleştiği bir nokta olmasını seviyorum. Birininkini anlatma bitiyor, öteki başlıyor gibi.

Gülinler: Evet, biri evin içinden anlatıyor, öbürü başka bir yerden anlatıyor. Bir evler var zaten. “Bu evin içi” gibi referanslar var çünkü bir kısmı evlerde yazıldı. Ev albümü tamamen. Herkes birbirine gitar gönderiyor, bas gönderiyor. IKEA gibi albüm gerçekten. Üstüne Bartu söz yazıyor, ben söz yazıyorum. Daha önce öyle yapmadığımız için bu da böyle bir deneyim.

Bartu: Bu albümde ilk kez beraber yazıp ayrı ayrı söylediğimiz bir şarkı var.

Gülinler: O bayağı iyi çünkü beraber yazma şeyimiz var ama aslında o bir şarkıyı yazıyor, ben bir şarkıyı yazıyorum, kelimeler arıyoruz gibi. Yani aslında ayrı ayrı yazıyoruz ama edebiyat departmanıyız biz ikimiz ekipte. Daha kalabalık hayal ediyorsanız o kadar kalabalık değil ama öyle çalışmalar yapıyoruz birbirimizin kafasını açtığımız. Bazen o benden bir şey alıyor. Bazen ben onun bir kelimesini bir şarkıma yapıştırıyorum.

Bartu: Ben Galvan’ın bazı yazdığı şeyleri sevmiyorum. Bunu değiştir diyorum. Galvan değiştirmiyor. Ya da mesela ben yazdığım bir şeyi hiç sevmiyorum ve istemiyorum onun orada olmasını ama kendi başıma bu kararı veremiyorum. Galvan’a soruyorum, diyorum ki “Ya bunu ne yapacağız? Bunu sevmiyorum ben.” Galvan da “Aşkım çok güzel ya ben çok sevdim.” diyor ve şarkı öyle kalıyor.

Gülinler: Ve güzel oluyor. Ama kötü şeyler de söylemişliğim var. Kelime vardı bir tane. “Onu koymayalım ya albüme.” demiştim. Şu anda hatırlamıyorum. Yürek mi, sevda mı… öyle bir kelime vardı ve “Bu kelime değil ya” da derim yani.

O zaman söz yazma süreci gerçekten ilmek ilmek dokuyarak ilerliyor herhalde.

Gülinler: Bartu bayağı ilmek ilmek dokuyor, ben biraz daha bilinç akışı yazan bir tipim. Eski yazdıklarımdan da alırım, Bartu daha müziğin içinde yazıyor gibi. Şair diyorum ben arkadaşıma, daha şairvari bir yerden yazıyor.

Bartu: Öyle işte. Gençler, varsa başka sorunuz?

Sizi de daha fazla tutmak istemeyiz.

Gülinler: Zaten provaya inmemiz gerekiyor gibi.

Yazı oluşturuldu 122

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön